Türk Okçuluğu

24 Ocak 2015 Cumartesi 20:00
12
14
16
18

Şanlı bir tarihimiz, gurur duyacağımız bir geçmişimiz var. Tarihte bir çok alanda başarılı işler yapmışız. Bazı konularda zirve olmuşuz. Ama zamanla gerilemiş ve duraklamaya başlamışız.

Bugün şöyle bir soru sorsak kendimize… Dünyada genel kabul görmüş, dünyaya malolmuş, en zirvede olduğumuz ve tartışmasız otorite olarak kabul edilen ve halen de eşi ve benzeri yapılamayan neyimiz var?.. Mimari mi? Edebiyatımız mı? Müziğimiz mi? Neyimizle biz dünyada bir numarayız?.. Ben bir tane biliyorum; Okçuluğumuz… Evet Türkler Orta Asya dan bu yana okçulukta öyle bir gelişme sağlamış ve özellikle Osmanlı ile erişilemez bir zirve yakalamış ki, bugün bu gerçek dünya otoritelerince bilinmekte ve saygıyla kabul edilmektedir.

Dünyanın en küçük, en hafif, en esnek ama en güçlü yayı Türk Osmanlı yayıdır.

Peki Osmanlı Ecdadımız bu nitelikleri bir yayda nasıl toplamış? Türk yaylarının en önemli özelliği tek parça olmaması, birleşik yanı kompozit olmasıdır.

Osmanlı yayı ana hatlarıyla beş parçadan oluşmaktadır. Ortada kızılcık ağacından yapılan kabza bulunmaktadır. Kabza adından da anlaşılacağı üzere yayı germek için genellikle sol elimizle tuttuğumuz yerdir. Kabzanın her iki tarafında akça ağaçtan yapılan ve kabzayla birleşen parçalara sal denir. Yaya gücü veren ve atıştaki itme gücünü sağlayan parçalardan oluşmaktadır. Her iki salın uçlarında gürgen ağacından yapılan ve yayı germekte kullanılan kasan ve kasanbaşı bulunmaktadır. Görüldüğü gibi bu beş  parça farklı ağaçlardan imal edilmekte ve organik tutkallarla birbirine yapıştırılmaktadır. 

Aslında Osmanlı yayı sadece bu parçalardan da müteşekkil değil… Kabzanın her iki tarafında bulunan salın iç kısımlarına yani ok atarken atıcıya bakan yüzeylerine Manda boynuzu,dış kısmına da öküzün diz kapağı ile ayak bileği arasında bulunan ve özel yöntemlerle elde edilen sinirler (tendon) yapıştırılmaktadır. Buralarda kullanılan tutkal da çok özeldir. Mersin balığının hava kesesi ve ağız Mukozasından üretilen organik tutkal ile saydığımız parçalar yapıştırılarak bir yaya en az üç yıl emek verilmekte ve böylece dünyanın en hafif, en küçük ama en güçlü silahı ortaya çıkmaktadır.

Öyle üç günde veya  üç beş ayda değil tam üç yıl beklemeniz, üç yıl bebek gibi bakıp gözünüz gibi korumanız gerekiyor. Osmanlı okları da çok özeldir. Osmanlıda okun yapımı da yayın imali kadar önemli görülmüş ve özen gösterilmiştir. Okun bir endamı vardır. Ok yirmidört bölümden oluşmaktadır. Baş, boyun, göğüs, karın, baldır ve ayak gibi bölümlere ayrılmıştır. Her bölümün çapı farklı. Gerçek bir Türk oku yapabilmek için on yıl emek vermek gerekiyor. Şaka gibi değilmi? Hayır şaka değil. Bir okun orijinal şekli ile ve estetiği ile yapılabilmesi için Kazdağlarına özel kızıl çamlara en az 10 yıl işlem yapmanız gerekiyor.

Usulüne uygun olarak yapılan bir Türk okunu, gerçek bir Osmanlı yayı ile gerekli disiplin ve ahlaka sahip bir Kemankeş;846.5m mesafeye fırlatmakta, bir karasabanın çeliğini delmekte ve bir çanı duvara çivileyebilmektedir.        

Atış gücünün bu inanılmazlığı karşısında sadece 350 gram ağırlığında ve gerildiğinde 40 cm ye kadar küçülen Osmanlı yayları ile ecdadımız son sürat giden bir atın üzerinde dört bir yana ok atmasıyla ünlenmiştir.        

Üst düzey birer kemankeş olan Fatihler, Yavuzlar ve Kanuniler çağ açıp çağ kapatmışlar ve eşsiz zaferlere bu güçlü yaylarla imza atmışlardır. Burada büyük birer kemankeş olan IV. Murat, III. Selim ve  II. Mahmut’u anmadan geçmemek gerekir.

Düşünebiliyor musunuz? Beş bin yıllık bir birikim, uzun bir serüven, büyük bir çalışma, yüce bir zirve, erişilmez dünya rekorları sadece bir nesil sonra tamamen unutuluyor. Adı, esamesi anılmıyor. Yabancılar belgesel programları hazırlıyor, Türk okçuluğu adına kitaplar yazıyor, yere göğe sığdıramıyor, Hun imparatorluğunun büyük gücünün sırrını kompozit Türk yayları ile açıklıyor, Osmanlının fetihlerini yine eşi ve benzeri olmayan Osmanlı yayları ile özdeşleştiriyor. Ama bir tek biz bilmiyoruz.Biz hala Fatihin ve Yavuzun sağ elinin baş parmağındaki, ok atmakta kullanılan ”Zihgir” i sıradan bir yüzük zannediyoruz. Bugün geleneksel Türk okçuluğuna  gönül veren ve Türk ok ve yaylarını orijinal hali ile imal etmeye çalışan fedakar insanları ve akademik alanda inceleme yapan ve geleneksel Türk yaylarıyla atıcılığı özellikle atlı okçuluğu geliştirmeye çalışan yiğit insanların desteklenmesi gerekmektedir. Kültür Bakanlığımızın, Gençlik Spor Genel Müdürlüğümüzün, Okçuluk Federasyonunun hatta Genel Kurmayımızın duyarlı yetkililerinin dikkatini çekmek istiyorum. İşin zor kısmını aşan bu değerli ustalara küçük destekler vererek, onların önderliğinde kurslar açarak Türk okçuluğunu tekrar canlandırabiliriz.

Bir yıldır Geleneksel Türk Ok ve Yaylarıyla amatör olarak atış yapıyorum. Farklı yaş gruplarından onlarca kişiye ok atmayı öğrettim. Her Türk Vatandaşının içinde gizli bir okçuluk sevdasının olduğunu fark ettim. Klasik bir Türk yayını ok atmak için eline alıpta içi kıpır kıpır olmayan bir kişiyle bile karşılaşmadım. Yaşlı olsun genç olsun, kadın olsun erkek olsun her kesimden ve her rütbeden her kişinin içinde ok atma arzusunu gördüm. Bu tespit beni Türk Okçuluğunun geleceği konusunda umutlandırmıştır.

 Geleneksel Türk – Osmanlı okçuluğuna emek veren şanlı ecdadımızı ve yüz yıldır tamamen unuttuğumuz ata sporumuzu aslına uygun olarak yaşatmaya çalışan bir avuç gönüllüyü saygıyla selamlıyorum.  

03/10/2009

Fatih GENEL

Okunma Sayısı : 16845

  Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış

  Yorum Ekle

Ad Soyad :
E-Posta :
Mesaj :
Güvenlik Kodu :



+ Benzer Yazılar
» KIYMETLİ BÜYÜĞÜMÜZ...
» ARI’NIN GİZEMİ
» ÇEVGAN
» OK ve YAY
» SİSTEM Mİ BİREY Mİ?
» TECRÜBE
» AHAL TEKE ATLARININ İZİNDE TÜRKMENİSTAN
» YENİ ZELANDA
» Eğitim Veriyormuş Gibi Yapmak
» Dünyanın Merkezinde Türkiye
» THANKS
» ALEXANDER THE GREAT
» SU KİRLİLİĞİ
» RENK NEDİR?
» Büyük İskender M.Ö.336
» Çerkez Kılıcı
» Milli Mücadeleye Farklı Bir Bakış
» Mukaddes Yolculuk
» Osmanlı Kılıcı
» Piri Reis


Ziyaretçi Defteri

İstatistik

scroll up