02 Haziran 2015 Salı 15:00 |
|
OK ve YAY
Miraçta Hz. Muhammedin Allah’a yakınlığı anlatılırken; “Fekane kabe kavseyni ev edna! “ yani “ o kadar yaklaştı ki iki yay kadar,(kavseyn) iki kavis kadar belki de daha fazla!” buyruluyor. Peygamberimizin Allah’ a yakınlığı Arapça ve Osmanlıcada yay’ın karşılığı olan “ Kavs ” sözcüğüyle ifade ediliyor. Yayı gerdiğimiz zaman kabzanın sağında ve solunda iki kavis oluşur,kavisler birbirine iyice yaklaşır ve dünyanın en güzel en ergonomik şekli ortaya çıkar.İşte o iki kavis kadar… “ Kab-ı Kavseyn “ kadar yaklaşmıştır. Ne zarif bir benzetme! Bedir Savaşında, İslam tarihinin ilk (savunma) savaşında, en kritik anda Peygamberimiz yakın koruması keskin nişancı ve okçu Sa’d Bin EbiVakkas’ oku veriyor ve; “ At Ya Sa’d! Anam babam sana feda olsun!” diye iltifat ediyor. Sa’d Bin EbiVakkas atıyor! Tam isabet. Her seferinde Peygamberimiz oku veriyor. O da atıyor ve her seferinde tabir caizse tam oniki’ den vuruyor. Savaş sonrası ayet nazil oluyor; “ Ve Ma Rameyte İz Ramayte Ve Lakinnellaha Rama! “ yani “ Sen atmadın aslında onu biz attık! “ Ne yüce bir hitap! Allah Resulü; “ Güç atmaktır…” , “ At binin, ok atın!” , “ İçiniz daraldığında ok atın!” diye tavsiyelerde bulunuyor. Atı evcilleştirip, zahmayı ve üzengiyi icat ederek ata hükmeden ve boynuz, ahşap, aşil tendonu ve organik tutkallarla küçük, hafif, esnek ve güçlü “kompozit” yayı icat eden Türkler, binlerce yıllık At ve Ok kültürünü Peygamber sevgisiyle birleştirince ortaya bambaşka bir felsefe çıkıyor. Türk tarihi boyunca yaşamın bir parçası olan ok ve yay edebiyatımıza da damgasını vurmuştur.Ok sevgilinin kirpiğine,yay yarin kaşına benzetilmiştir.Acaba ok ve yay figürlerini kullanmadan şiir yazan bir divan şairi var mıdır? Peygamber sevgisini en üst düzeyde tutan Türkler özellikle Selçuklu ve Osmanlı döneminde Okçuluğu Peygamberin bir emaneti gibi görmüşler ve okçuluğu bir
ibadet nazarıyla bakmışlardır.Türklerde okçuluğun piri Sa’ d Bin EbiVakkastır. Ok meydanı adeta kutsal bir mekandır ve oraya abdestsiz girilemez. Yayı gererken “Bismillah” denir ve oku atarken “Ya Hak” nidasıyla bırakılır. Ok meydanında bulunan Okçular Tekkesi’nden lisans anlamına gelen “kabza” almadan padişah bile olsanız ok meydanına giremezsiniz. Önce bir üstada “talip” olacaksınız. Yıllarca çalışacak ve belli mesafelere ok atacaksınız ve törenle Şeyhülmeydan kulağınıza “Kemankeş Sırrı” fısıldayacak.Bu sırrı sonsuza kadar saklayacaksınız ve sadık kalacaksınız. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bir “Atıcılar Kanunu” hazırlıyor. Kanuni Sultan Süleyman “Kanunname- i Rımat” olarak yayınlıyor ve yürürlüğe giriyor. Ecdadımız profesyonel atıcılık kurallarını 500 yıl önce Kanunla belirliyor. Şampiyon olan okçular için, şampiyonluğunu belgeleyen “menzil taşı” diktiriyor. Rekor kıran Tozkoparan İskender Bursalı Şüca ve Miralem Ahmet Ağa gibi Okçular bizzat Padişah tarafından büyük ödüllerle ödüllendiriliyor. Kaptan- ı Derya’ lık makamıyla ödüllendirilen sporcular bile mevcut. Spora ve sporcuya verilen bu önem sayesinde dünyada yüzümüzü ağartan Cihan Pehlivanları yetişiyor. Son yıllarda bir avuç fedakar insanın başlattığı okçuluk ve atlı okçuluk bugün ülkemizde büyük rağbet görmekte ve Devletin en üst düzeyinde itibar bulmaktadır. Ok yaydan çıktı bir kere! Bize düşen; ecdadımız gibi bu asil sporu bir “ibadet” gibi görmek ve o vecd ile dünya şampiyonları çıkarmaktır.
fatih@genel.web.tr www.fatihgenel.com | ||||||
Okunma Sayısı
: 23669
| ||||||
|