24 Ocak 2015 Cumartesi 15:00 |
|
İkibinaltı’nın Kasım ayında göreve başladığımda Havran sokaklarını aceleyle gezip, hızla keşfetmeye çalışıyordum. Üç katlı muhteşem bir konak dikkatimi çekmiş ve henüz tanıştığım bir arkadaşıma kime ait olduğunu sorduğumda “ha o konak mı? O konak Fatma Ablamızın” diye cevaplaması üzerine Fatma Özgönül Budaras Denizer Ablamızı aramıştık. Birkaç hafta önce ameliyat olması münasebetiyle kendisini ziyaret etmek ve geçmiş olsun dileklerimi sunmak üzere bir gün sonrası için randevu aldık. Çiçeğimizi yaptırıp Akçay’daki evinde kendisini ziyarete gittiğimizde tam bir İstanbul Hanımefendisiyle karşılaşmıştık. Karizmatik bir kişiliği, saygıdeğer bir duruşu vardı. Göreve başladığımdan sadece beş gün sonra kendisine geçmiş olsun ziyaretine gitmiş olmamız onu son derece mutlu etmişti. Ağır bir ameliyat geçirmiş, acı çektiği yüzünden okunabiliyordu. Buna rağmen onun hoşgörüsüne sığınıp “Fatma Ablacım Havran’ da bulunan size ait Hocazade Konağını devletimize bağışlayın, biz de onarımını yapalım, Kültür Merkezi olarak hizmete açalım ve adınızı sonsuza kadar yaşatalım.” dediğimde, tekrar bir ameliyat olacağını ve ameliyattan sonra karar verebileceğini söylemişti. Aradan aylar geçmişti. Fatma Ablamız yurtdışında bir ameliyat daha olmuş ve dönmüştü. Ben bir daha bu konuyu kendisine açmamıştım. Yaklaşık altı ay sonra beni aramış ve beni ziyarete geleceğini söylemiş ve ben de bundan şeref duyacağımı ifade etmiştim. Ziyarete geldiğinde elinde bir kitap vardı: İmam Şamil….Kitabın bir sayfası katlanmıştı. Katlanmış olan bölümü açtı ve oradaki beş veya altı resimden birini parmağıyla göstererek “Ben anne tarafından bunun yani Şeyh Şamil’in yardımcısı Hitinav Musa’nın torunuyum…” demişti. Güzel ve tatlı sohbetlerden sonra “Kaymakam Bey, Hocazade Konağını Kültür Merkezi yapılmak üzere devletimize bağışladım. Lütfen işlemleri başlatınız.” diyordu. Yüzyıllık üç katlı o güzelim konağı gözünü hiç kırpmadan devletimize bağışlayan bu büyük insan bir taraftan da baba tarafından Kuvay-i Milliye Komutanı Muammer Bey’in öz torunu olduğunu ifade ediyordu. İşlemleri hemen başlatmış ve restorasyon projelerini hızla hazırlamaya başlamıştık. Tapuda son imzaların atılması gerekiyordu. Son üç imzayı attığında Hocazade Konağının mülkiyeti Kültür Merkezi yapılmak üzere devletimize geçiyordu. Tapu Müdürü ilk evrakı önüne koyduğunda hemen imzayı atmış ve “gençken imzam daha güzeldi” diyordu. İkinci evrak önüne konduğunda, “biz konakta sabah uyandığımızda sabah-ı şerifleriniz hayrolsun diyerek güne başlardık.” deyip, ikinci imzasını atmıştı. Üçüncü evrak önüne konduğunda, konağın onarılmış halini adeta tahayyül ederek “ben size yardımcı olurum…Perdelerini aslına uygun yaparız” dedi ve üçüncü imzayı da böylece tamamlamış oldu. Onun çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği bu paha biçilmez muhteşem konağı bağışlamaya dönük son imzaları atarken sanki çok basit bir prosedür tamamlarmış gibi davranması beni çok etkilemişti. Büyük insanlarda görülen bir davranış tarzıydı. Bundan dört ay önce hastalandığını duydum ve özellikle orkide çiçeği bulup kendisini ziyarete gitmiştim. Vefatından bir ay önce tekrar hastalanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Evindeki onlarca çiçek yerine “Kaymakam Bey’in getirdiği orkideyi hastanedeki yatağımın baş ucuna koyun” demesi ve “O” çiçeği özellikle istemesi de beni çok duygulandırmıştı. Biz de Fatma Ablamıza mahcup olmamış, sözümüzde durmuştuk. Devletimizin destekleriyle konağın projeleri hazırlanmış, Anıtlar Kurulunca onaylanmış ve restorasyon ihalesi tamamlanmıştı. Hocazade Konağı onarılıp Kültür Merkezi olarak Havran halkına hizmet ettiği gün Fatma Ablamızın ruhunun şâd olacağına inanıyorum. Ruhları şâd, mekanları cennet olsun… Fatih GENEL | ||||||
Okunma Sayısı
: 14185
| ||||||
|