14 Mayıs 2015 Perşembe 14:00 |
|
TECRÜBE İnsanların dışındaki canlıların iki tür öğrenme şekli vardır. Birincisi doğuştan… Örneğin, bir bal arısı dünyaya gözünü açar açmaz dünyada eşi ve benzeri olmayan o mucizevi sıvıyı yani balı yapmaya başlar… Arısütü üretip bal mumu yapar… Bal mumundan da mimarları kıskandıran sanat harikasını inşa eder. Bu bilgi ona yaratılışla adeta bir mucize ile verilir. İkinci öğrenme yöntemi ise, deneme – yanılma yani tecrübedir. Bir koyun meranın dışına çıkmanın, bahçelere girmenin yanlış olduğunu çobanın attığı taşla, sopayla veya bağırmasıyla öğrenir. Bir tavuk, komşunun bahçesine girmemesi gerektiğini birisinin ona “ kış “ demesiyle yani deneme – yanılma ile başka bir ifadeyle tecrübe ile öğrenir. Benzetmeler biraz kaba olabilir ama hayvanlardaki deneme yanılma örneği olarak genelde fare örneği verilir. Bir fareyi labirente bırakıyorlar. Labirentin öbür ucunda yiyecek var. Fare ilk seferinde bir saat içinde yiyeceğe ulaşıyor. Denemeler artıp tecrübe kazandıkça elli dakika, kırk dakika, otuz dakika ve nihayet yiyeceği sanki eliyle koymuş gibi bir dakikada buluyor… İnsanlara gelince… Biz neden onların öğrenme yöntemlerine heveslenelim ki. Bizim doğuştan mucizevi bir şekilde öğrenmiş olarak dünyaya gelmemiz söz konusu değil… Biz deneme – yanılma yani tecrübeyle de öğrenemeyiz… Öğrenmemeliyiz. Biz; akıl,zeka,mantık,muhakeme,kalp, vicdan gibi insani özelliklerimizden yararlanarak, ciddi bir çalışma, gayret ve azimle öğrenebiliriz. Biz hesap yaparız. Düşünürüz, tartışırız. Binlerce yıldır bilimin geliştirdiği son noktaya bakabiliriz. Bizzat tecrübe etmemiz gerekmez. İnsanlığın ortak zekasından ve bilimin yüce değerlerinden yararlanırız. Deneme - yanılma yaparak zaman kaybedemeyiz. Sık sık toplantılarda, sohbet ortamlarında “ dertleşme “ konuşmalarında tanık oluruz. “Ben ne öğrendiysem acı tecrübelerimle öğrendim. Doğru ya, tecrübesiz hiçbir şey olmuyor. Tecrübeli adamın hali başka. Tecrübeden daha iyi öğretmen olmaz…” gibi yargıları hep duymuşuzdur. Hak verilir, onaylanır. Ne acı, ne dramatik. Bir şeyi öğrenmek için illaki acı bir tecrübe mi yaşamak lazım, bir karar vermek için mutlaka deneme yanılma mı yapmak lazım. Bireysel yaşamımızda bu yaklaşımı savunmak veya uygulamak çok büyük sonuçlar doğurmayabilir… Ya toplumsal, siyasal ve yönetsel işlerimize ne demeli? Kıdemli meslektaşlarım alınmasın, ben de mesleğimde hayli kıdemlendim sayılır. Yani kendimi de artık tecrübeli bir yönetici sayabiliyorum. Meslekte çok ta yeni sayılmam. Burada şunu da belirtmem lazım. Kıdemli bir yönetici olmanın, tecrübeli bir brokrat veya siyasetçi olmanın kötü bir şey olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Bu ülkenin, bu milletin deneme- yanılma tahtası olmadığını söylemeye çalışıyorum. Bu memleketin bizim şahsi tecrübe kazanma, adeta antrenman yapma meydanımız olmadığını ifade etmeye çalışıyorum. Bizim hata yapma lüksümüz yok. Bizim deneme – yanılma yapmak için vaktimiz yok. Bilgiyi, matematiği, muhasebeyi, muhakemeyi iyi kullanıp, iyi örnekleri inceleyip en iyiyi ilk seferde yapmak ve başarmak zorundayız. Bunun için acı tecrübeler yaşamak zorunda değiliz. Biz akıllıyız. Bizim deneme yanılma yapmamıza gerek yok. Biz zekiyiz, hesap yapabiliriz. Başımıza gelecekleri önceden görebiliriz ve görmek zorundayız. Peki ne diye gençlerimizin önünü kapatıyoruz. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’ u fethettiğinde 21 yaşındaydı. Tecrübesizdi. Ama çok bilgiliydi. Özel olarak eğitilmişti. Akşemsettin’ in, Molla Gürani’ nin en gözde öğrencisiydi. Bilgi, onun için her şeydi. Bilim onun en hakiki mürşidiydi. Atalarımız ne güzel söylemiş: “ Akıl yaşta değil baştadır.” diye. Yanılıyormuyum bilmiyorum ama ben bazen tecrübenin ülkemizde zararlı bile olduğunu düşünüyorum. Birkaç acı tecrübe yaşamış yöneticilerin, etliye – sütlüye karışmayan, böyle gelmiş böyle gider düşüncesinde bir yaklaşıma girdiklerini görmekteyiz. Mesleğe büyük bir hizmet aşkıyla başlayan yüksek yöneticilerin sistemin çarkları arasında ezilip kısa zaman içinde tecrübelenip pasifize olduklarını zaman zaman müşahade ediyoruz. Gençlerimizin önünü açmalı ve onlara güvenmeliyiz. Tecrübeye değil, bilgiye önem vermeliyiz. Zamanla insanların değil, ancak bitkilerin, sebzelerin ve meyvelerin olgunlaştığını unutmamalıyız. İnsanların, bilgi ile çalışma ile tekamül ettiği aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu memleketin; deneme – yanılma ile acı tecrübeleri olan insanlara değil, bilgili,akıllı,zeki, çalışkan, dinamik gençlere ihtiyacı vardır.
fatih@genel.web.tr www.fatihgenel.com | ||||||
Okunma Sayısı
: 18078
| ||||||
|